Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Kategoriler
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

İslam Dünyasında İrfani Ve Mistik Akımlar Konferansı

09.03.2014 Pazar günü Necip Fazıl Kısakürek Kültür Merkezinde Kevser yayıncılık ve El Mustafa Üniversitesi Türkiye Temsilciliği tarafından düzenlenen “İslam Dünyasında İrfan ve Mistik Akımlar” başlıklı sempozyumun sunuculuğunu 0N4 TV muhabiri Egemen Arkut yaptı.

09.03.2014 Pazar günü Necip Fazıl Kısakürek Kültür Merkezinde Kevser yayıncılık

Program Ehlibeyt Alimleri Derneği Yönetim kurulu Üyelerinden Mikail Görel’in Kuran tilaveti ile başladı. Kuran tilavetinin ardın selamlama konuşması yapmak için Ehlibeyt Alimleri Derneği Genel Sekreteri Kadir Akaras kürsüye davet edildi. Konuşmasında kendilerini kırmayıp davetlerine icabet eden tüm katılımcılara teşekkür eden Akaras hoca, bir secde ve bir isyanla başlayan bu yolculukta insanın marifetten uzaklaşıp sahte manevi ekollere sapmaması için “Nerden geldim, Neredeyim ve Nereye gideceğim?” sorularını asla unutmaması gerektiğini söyledi.
Ardından açılış konuşmasını yapması için kürsüye davet edilen Ehlibeyt Âlimleri Derneği Genel Başkanı Hasan Kanaatlı Rabbi tanımanın yolunun nefsi tanımaktan geçtiğini söyledi. Hasan Kanaatlı, İslam âlimlerinin ilmi donanım açısından bir eksiği olmadığının asıl sıkıntının irfan alnında olduğunu vurguladı.
Açılış ve selamlama konuşmasının ardından protokol konuşmalarına geçildi.

Alulbeyt Müessesi Türkiye Temsilcisi Rahmi Onurşan:

Bir hak ve batıl savaşının temsilcileri olan Hz. Âdem ve iblis arasındaki mücadelenin başlangıç noktası secde davetidir. İrfan ve felsefenin hedefi insanı kulluğa sevk etmektir ve öyle olmalıdır. Lakin her zaman olduğu gibi bu manevi seyirde de insanın önüne engeller çıkacak paralel ve yanlış akımlar insana takdim edilecektir. Bu nedenle ister irfan ister başka bir alanda olsun insan bu paralel düşüncelere karşı dikkatli olmalıdır.

Adıyaman İmam Hüseyin Derneği Başkanı Hüseyin Alagöz:

Tarih boyunca çeşitli etkenler İslam dini içerisinde farklı görüş ve akımların zuhur etmesine vesile olmuştur. Yanlış düşüncelerle bezenmiş bu sahte grupların tesiri altında kalmamak ve gerçek İslami irfanı öğrenmenin tek yolu ilim şehrinin kapısı olan Hz. Ali’den ve onun ilahi öğretilerinden geçer. Zira irfan diye tabir edilen şey, peygamber ve onun pak ehlibeytinin bizlere öğrettiği yaşam şeklinden başka bir şey değildir.

Protokol konuşmalarının ardından Ayetullah Cevad Amuli’nin göndermiş olduğu görüntülü mesajı yayınlandı. Mesaj dinletisinin ardından birinci oturuma geçildi.

Yöneticiliğini Hüseyin Hatemi’nin yaptığı oturumun konuşmacıları, Hüccetül İslam Abdullah Turan, Ayetullah Ahmet Abidi ve Prof. Dr. Süleyman Uludağ’dı.

Hüccetül İslam Abdullah Turan:

İrfan insanın yaratılışı ile başlayan bir ilimdir. Gerçek irfan nurdur ve insanı hakka yöneltir. Nura kavuşup hakka yönelen insan başka hiçbir şeye teveccüh etmez. Kalbinde rabbinden başkasına yer vermez. Çünkü Allahtan başka hiçbir şey mutlak kâmil sıfatı taşımaz ve insan her daim kemali arzular. Her ilmin basamak ve aşamaları olduğu gibi irfan ilminin de belli aşamaları vardır. irfan üstatları bu aşamaları genel manada dörde ayırır.

1- Halkta halka yolculuk: bu aşamada insan içinde yaşadığı madde âleminden kurtulmak zorundadır. Yoksa halktan hakka yolculuk diye adlandırılan o mesafeyi kat edemez.

2- Hakta yolculuk: bu aşamada insan kendini bütün renk ve lekelerden arındırıp sadece Allah’ın rengiyle renklenir. Bakışı ilahidir, sözü ilahidir, uyuması, kalkması, hatta her adım kısacası her şeyi ilahi rızaya yöneliktir.

3- Haktan halka yolculuk: bu aşamada insan kendisi dışındaki mahlukata nazar etmek için kendini soyutladığı madde âlemine geri döner ve halkta bir seyir başlatır.

4- Halkta yolculuk: bu son merhalede insan halkı hakka davet etme vazifesini yüklenir.

Prof. Dr. Hüseyin Hatemi:

İrfan bizde genelde tasavvuf olarak tanımlanır. Tasavvuf nedir dendiğinde çeşitli görüşler öne sürülür. Kimileri tasavvuf kelimesinin sufi kelimesinden alındığını söylerken kimileri ise yunanca olan sofya kelimesinden esinlenildiğini söyler. Zira irfan bir nevi gönül tasfiyesidir. Bizde tasavvuf edilen şey İran’da irfan olarak tanınır ve öyle adlandırılır.

Ben kendimi bu alanda eksik gördüğüm için yapmadığınız şeyi neden söylüyorsunuz ayetinin muhatabı olmamak için çok kısa bir iki şey söylemek istiyorum.

İrfan, büyük günahların terki ve küçük günahları adet haline getirmemektir. Yani irfanda bir inanç sistemi gerekir. Biz buna Usul-u Din deriz. Usulü din tüm yanlış ve sapkın düşüncelerden arındırılmalıdır yoksa Mevlana’nın dediği gibi bir kerpiç yanlış konursa Süreyya yıldızına kadar bina yamuk halde yükselir. Usulü dini olmayan veya bozuk olan insan irfanda ilerleyemezken başkalarını nasıl bu yolda irşat etmeye çalışır.

Usulü dinden sonra irfanda mesafe kat etmeye yardımcı olacak şey velayettir. Velayet teslimiyet ve haddi bilmektir. Örneğin kimse imamın huzuruna çıkıp ona akıl veremez. İmamı, iyiliği emredip kötülükten men etmek farizasının muhatabı kılarak ona yaptığın yanlış deme cesareti kendinde icat edemez.

Dinin fürularını inkârdan kaçınmalıdır. Ben namaz yerine şu ibadeti yapıyorum, oruç yerine başka hayır iş yapıyorum demek kendini aldatmaya çalışmaktan başka bir şey değildir.

Hâsılı kelam irfan Kuran-ı Kerim ve Kuran-ı Natık olan iki emanete hakkıyla sarılmaktır.

Ayetullah Ahmet Abidi:

Allah ve kul arasında 1000 menzillik yol vardır. Eskiden bir şehirden başka bir şehre yolculuk ederken yolcuların yorgunluklarını atmaları veya gece karanlığında kaybolmamaları için konaklama yerleri vardı. Bunlara menzil denir.

Bir yolculuk halinde olan insan ve Yüce Yaratıcı arasında kat edilmesi gereken böyle bin menzil vardır. Bu menzilleri ilki uyanma menzilidir. Yani insanın bu âlemden başka bir âlem daha olduğunu idrak etmesi aşaması. İnsanın bu dünyada görüp duyduğu şeylerden öteye görülecek ve duyulacak başka şeylerinde olduğu bilincine varması.

Hz. Ali (a.s) kendisine “Hz. Âdem ne zaman yaratılmıştır” diye soran şahsa, “Hangi Âdem?”  Zira Allah, 1000 ila 1000 (bir milyon)  Âdem eve Havva yaratmıştır.” diye sordu.

Yine büyük ariflerden İbn. Arabi şöyle der:

“Kâbe’yi tavaf halindeydim (Mukaşife alemi olabilir). Önümde tavaf eden adamın omzuna dokunup “Sen kimsin?” dedim. Bana, “Ben senin 40 Âdem önceki dedenim” diye cevap verdi.

Bu konuda imam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor:

“Ben Kuran’ı o kadar okudum ki sonunda O’nu okuyandan duydum.”

Allah üç âlem yaratmıştır.

* Nasut (madde) Âlemi: İnsanın gözle görüp madde âlemidir.
* Melekût (Soyut) Âlem: Kalem, arş, kürsü, cennet, cehennem gibi tabirleri içeren âlemdir. Felsefe de Akıl Âlemi denir.

Peygamber şöyle buyurur:

“Nasut Âlemi, Melekût Âleminin yanında çölde bir taş gibi kalır.”

* Ceberut Âlemi: Melekût âleminin bir üstü olup Kerrubin, Semadiyin veya Kuran’ın tabiri ile Ali’in Âlemi denir. Bu âlemdeki varlıkların, yeryüzünde âdem denen bir mahlûkun yaratıldığından haberi yoktur. Cebrail’den üstün makamdadırlar. Onlar Allah’ta fena ve yok olmuştur.

Hz. Ali bu âlemdeki melek hakkında şöyle buyuruyor:

“Bu meleklerden bazıları rükû halindedir, secdeye gitmez. Bazıları ise secde halindedir rükûa gitmez.”

Elbette bu üç âlemden daha üst bir âlem daha vardır. İsim ve sıfatların olduğu Lahut Âlemi’dir. Mecme-ul Beyan’da şöyle geçer.

“Bedir savaşından bir önceki gece Hz. Ali (a.s) rüyasında Hızır’ı görür. Hızır kendisine “Ey Hu! Ey kendisinden başka olmayan Hu” demesini söyler. Hz. Ali gördüğü rüyayı Peygambere anlatınca Peygamber efendimiz “Ey Ali! Sen İsmi Azam-ı öğrendin” diye buyurur.

İnsanlardan bazıları Allah’ı isimleriyle bazıları fiilleriyle bazıları ise sıfatları ile tanır. Bunlar ilme dayalıdır ve öğrenme ve öğretilme imkânı dairesi içindedir. Bazı ilimler aklın altında ve akla terstir. Tahayyül ve hurafe gibi. Bazı ilimler ise aklın üstündedir. Söz ettiğimiz âlemler gibi. Bu nedenle bunların anlaşılmasından akıldan başka şeylere de ihtiyaç vardır.

Günümüzde Mistik Akımlar diye adlandırılan (Satanizm gibi) maneviyat ekolleri aklı devre dışı bırakmayı ön görür. İslami irfan ise aklı devre dışı bırakmayı değil aklın anlayamayacağı şeyleri akla yardımcı olacak yardımcı araçlar diye bileceğimiz şeylerle idrak etmeği tavsiye eder. Örneğin Hristiyanlıktaki Teslis (Baba-oğul-kutsal ruh)  inancı gibi. Hıristiyan dünyası bu üçleme inancını tevhit olarak kabul eder. Oysa tevhit 1 demektir. Siz 3’ü 1’e sığdırarak bir tevhit inancı oluşturamazsınız. Akıl bunu reddeder. İşte bu mistik akımlar aklın bu ve benzeri hükmünden kaçmak için aklı devre dışı kabul eder.

Mistik akımların bir başka özelliği tek bir inancı kabul etmemeleridir. Onlar “ne inanca sahip olursan ol” derler. Ama İslami İrfan aşk gibidir. Aşk ise bencildir, hamiyet ve gayret sahibidir. Başka birine yer müsaade etmez.

Prof. Dr. Süleyman Uludağ:

Öncelikle iki kardeş ülke olan İran ve Türkiye arasındaki kardeşlik bağlarını güçlendirmek adına bu adımı atan Kevser Yayıncılık ve El Mustafa Üniversitesi’ne teşekkür ederim.

İslam dini tevhit dinidir. Rengi ve dili ne olursa olsun aradaki ayrılıkları bir kenara bırakmalıyız. Bu ayrılıklar ihtilafa değil ittifaka sebep olursa güzeldir. Bu konuda insan her daim kendini sorgulamalıdır. Çünkü nefsin muhakeme edilmesi irfanın en belirgin özelliğidir. En etkili irfan insanın kendisini bilmesidir. Bu konuda Peygamber efendimiz şöyle buyuru:

“Allah’ın rahmeti, kendi kadrini bilip, haddini aşmayan insana olsun.”

Prof. Dr. Süleyman Uludağ’ın konuşmasının ardından sempozyuma ney dinletisi eşliğinde kısa bir ara verildi. Ardından yöneticiliğini Muhammed Nur Doğan’ın yaptığı ikinci bölümün konuşmacıları Senarist-Yazar Ahmet Turgut, El Mustafa Üniversitesi Türkiye temsilcisi Dr. Resul Abdullahi ve Hüccetül İslam Yusuf Tazegün’dü.

Dr. Resul Abdullahi:

Asrımızın tanınmış ariflerinden olan ama siyasi yönünün ağır basması neticesinde irfan boyutunun pek bilinmediği merhum İmam Humeyni, irfanın başlangıç tarihinin insanın yaratılışı ile eş zamanlı olduğunu ve ilk insanın ilk peygamber ve ilk arif olma özelliği taşıdığını söyler.

İmam Humeyni’ye göre irfanın birkaç şartı vardır. İlki Allah merkezli olmasıdır. Çünkü irfan ilahı devre dışı bırakmaz. İkincisi insan irfan her daim bir irşat ediciye muhtaçtır. Üçüncüsü ise şeriatsız (din) irfan olmaz. Çünkü irfan dinin ta kendisidir. Bu nedenle dinden uzak olan irfan, aslında irfansız (dinsiz) irfan anlamına gelir.

Merhum imam Humeyni’nin Cunudu Akl ve Cehl (Akıl ve Cehalet Askerleri) ve Kırk Hadis Şerhi imamın ameli irfanda yazdığı en meşhur iki kitabıdır. Misbahul Hidaye kitabı ise nazari amel alanında yazdığı en etkili kitaptır. İmam, Seyr-u Suluk için hicret kelimesini kullanır ve bu yolculuktaki dereceleri dörde ayırır. İlim, İman, İtminan ve Şuhut makamları

Prof. Dr. Muhammet Nur Doğan:

Peygamberin vefatından sonra üç halife döneminde İslami kanunlar toplum içerisinde uygulanıyordu. Ama Hz. Ali’nin (a.s) şehadeti ile başlayan ve büyük fitnenin ilk tohumu olan Emevi saltanatı, Peygamberin adalet sistemini zulme dayalı bir sisteme dönüştürdü.

Zamanla din içerisinde paralel düşünceler, paralel peygamberler hatta paralel din yaratma çalışmaları başladı. Biri çıkıp Allah ile görüştüğünü söyledi kimse bir şey demedi. Biri düzenlediği programlara peygamberin iştirak ettiğini söyledi hem de yüzbinlerin karşısında yine kimse bir şey demedi. Öteki kendisine Mehdi dedi. Kitap okumakta elbette fayda vardır ama bazı kitapları Kuran’a alternatif hale getirmek paralel bir inancın doğurduğu şeydir. Dinin sarsılmaz tek kaynağı Kuran-ı Kerim’dir. Din kültür doğurur ama bu kültür dine dönüşmemelidir.

İslam, Kuran’ı anlamayı ve o doğrultuda yaşamayı zorlaştıracak dogmatik ve mistik düşüncelerden uzak olmalıdır. Zira İslam, insan tabiatına aykırı olan ve insana bir şeyler katmak yerine ondan bir şeyler çalıp götüren tüm düşüncelerden uzaktır.

Yazar Ahmet Turgut:

İnsanların hidayeti için gönderilmiş 124.000 peygamberin hepsi batini manada Peygamber efendimizin risaletinin halifesidir. Zahiri ve bedensel olarak peygamberimizden önce olmaları bu hakikati değiştirmez.

Allah, insanı Kuran ve beyan talimleri arasında vücuda getirdi. Bütün dinler ilahi vahyin taşıyıcıları olan peygamberlerden etkilenmelerine rağmen bozulmuş, tahrife uğramıştır. İslami irfan dışındaki mistik akımlardaki görüşler sonradan ithal edilmemiştir. Hepsi tek tanrı inancında var olan şeylerdi ama zamanla değişime uğradı.

Hz. Âdem’in öğrendi ilk ilim, Esma-i Hüsna’dır. O ilim, Muhammedi makamla kemali bulur. Ve onun vasileriyle devam eder. Nitekim Seyide Zeynep, Aşura’dan sonra vicdanı kurumuş bir toplumu yeniden diriltti. Hiçbir tehdit o nu korkutamadığı gibi hiçbir mükâfatta onu yolundan alıkoyamadı. Çünkü ol ilahi sıfatlarla vasıflandırılmış biriydi.
Mistizm’in hedefi de fena olmaktır. Ama bunu nefsi öldürmek gibi yanlış bir düşünceyle elde etmeyi hedefler. İslami irfanda da hedef aynıdır, Yaratıcı’da yok olmak. Ama İslam, bu fena olma yolculuğunun aslında bekaya varmak olduğunu vurgular.

Hüccetül islam Yusuf Tazegün:

İslami irfanın en tanınmış isimlerinden biri olan Hafız Şirazi farklı bir yol izlemiş Allah’ı şiirlerle tanıtmayı seçmiştir.

İnsan, “bu âlemi benim için yarattın peki beni ne için yarattın?” sorusuna “ibadet için” yanıtını alır. “Ama senin benim ibadetime ihtiyacın yok ki” der. İbadetin sonucunun marifetullah olduğunu bilmez tabi.

Allah, Hz. Musa’ya “Ey Musa! Git beni insanlara sevdir” diye buyurunca Hz. Musa, “Seni onlara nasıl sevdireyim Ey Rabbim?” dedi. Buna karşılık olarak Allah “Beni onlara tanıt” diye duyurdu.

Yani tanımanın sonu sevgidir, aşktır.

İrfan asıl manasıyla İmam Seccad’ın (a.s) Şabaniye Münacatında anlam kazanır.
“Allah’ım! Öyleyse senin rızana kavuşmak için istiyorum ve sana yalvarıp niyaz ediyorum; senden Muhammed ve Ehlibeyti ‘ne rahmet etmeni ve beni, daima seni anan, ahdini bozmayan, sana şükretmekten gafil olmayan ve emrini hafife almayan kimselerden kılmanı istiyorum.

Allah’ım! Beni, seni tanımam, senden gayrısından yüz çevirmem için izzetinin güzel nuruna kavuştur; ey celal ve ikram sahibi Allah.”

Program, On4 TV Yönetim Kurulu Başkanı Musa Aydın’ın konuşmacılara plaket takdiminin ardından sona erdi.